Yargının bağımsızlığı, yargılama faaliyetinin adil olması bakımından hayati öneme sahip, vazgeçilmez bir nitelik arz etmektedir. Yargının bağımsızlığının en temel şartı da savunmadır. Savunma olgusu evrensel nitelikteki temel hak ve özgürlüklerin yanı sıra, hak ve özgürlüklerin en önemli ve vazgeçilmez unsuru, aynı zamanda da hukuk güvenliğinin bir parçasıdır.Bu özgürlük, bireylerce Avukatlar aracılığıyla kullanılır.
Bu nedenle Avukatlar; 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1. maddesinde belirtildiği üzere; yargının kurucu unsuru olup, bağımsız savunmayı serbestçe temsil ederler. Ancak bu kural, bize keyfi bir tutum içinde bulunma hakkı vermemekte,aksine sorumluluğumuz ve yükümlülüğümüzü bizlere hatırlatmaktadır.
Temel hak ve hürriyetleri hatırlatmak ve bu hakların güvencede olması için çaba göstermek ise her zaman olduğu gibi bu dönemde de biz avukatların temel görevlerindendir.Anayasa,TürkiyeCumhuriyeti’ni “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak tarif etmektedir.
Avukatların bu konumu, ülkenin Anayasasında tarif edildiği hukuk devleti niteliklerine kavuşması için gereken koşulların oluşmasına katkı sunmalarını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle temel hak ve hürriyetleri koruma görevi içinde olanlara bir kez daha bu sorumluluklarını hatırlatma görevimiz vardır.
Bu çerçevede, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan ve İnfaz Kanunu’nda değişiklikler öngören kanun teklifinin eşitlik ilkesine aykırı olduğunu söylememiz gerekmektedir. Hatırlatmakta fayda var ki Anayasa’nın 10. maddesinde, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Ve devamında, “Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.” denilerek bu hüküm güvence altına alınmıştır. Mevcut düzenlemede bir kısım suç yönünden infaz indirimi yapıp bir kısım suç yönünden yapmamak bu ilkelerin ruhuna aykırı olacaktır.
Devlet, cezaevlerinde olduğu gibi denetimi altındaki yerlerde bulunan insanların vazgeçilmez hakları olan sağlıklarının ve yaşamlarının güvence altına alınmasından sorumludur. Bu sorumluluk, suçları ne olursa olsun cezaevinde bulunan herkes için eşit derecede geçerlidir. Uluslararası hukuk gereğince de tutuklu ve hükümlülerin yaşam hakkı konusunda devletlerin pozitif yükümlülükleri vardır. Dolayısıyla, tutuklu ve hükümlülerin yaşam haklarının korunması, ceza infazından önce gelir ve bu vazgeçilemez temel bir haktır.
Bugün Covid-19 küresel salgını sebebiyle dünya üzerinde yaşayan tüm insanlık büyük bir tehlike altındadır. Hızla yayılan bu salgın karşısında en fazla risk oluşturan alanların başında cezaevleri gelmektedir. Şartları itibariyle cezaevleri kişisel yaşam alanlarının bulunmadığı, hijyenin kısıtlı olduğu yerlerdir. Bilindiği üzere Avrupa’da en çok tutuklu ve hükümlünün bulunduğu ülke Türkiye’dir. OECD verilerine göre Türkiye cezaevi nüfusunun en yoğun olduğu 2. ülkedir. Cezaevlerinin kapasitesinin 300 bine yakın tutuklu ve hükümlü barındırması, on binlerce cezaevi personeli ile günlük yaşamın iç içe olması, bu salgınının cezaevleri şartlarında yayılmasının elverişli olduğu ve çok ciddi bir risk oluşturduğu açıktır.
Cezaevlerinin fiziki yapılarının ve maddi koşullarının insan onuruna yaraşır nitelikte olması gerekirken, mevcut şartlar göz önüne alındığında, salgın karşısında tutuklu ve hükümlülerin sağlıklarını ve yaşamlarını korumak neredeyse imkânsızdır. Bunun için telafisi mümkün olmayan zararlar doğmadan eşit ve adil bir düzenlemenin yapılması gerekmektedir. Dolayısıyla eşitlik hakkının önüne geçen her tür düzenlemenin toplum vicdanını yaralayacağı unutulmamalıdır.
Yoğun ve hareketli nüfusun yanı sıra, hapishane şartlarının bu tür salgınların yayılması için oldukça elverişli ortamlar olduğu göz önüne alındığında, cezaevlerindeki yoğunluğun azaltılması zorunlu olmakla birlikte, bunun yanında ivedi olarak tüm tutuklu ve hükümlülerin sağlık hizmetlerine ve sağlıklı beslenmeye erişimleri sağlanmalıdır.
Virüsün farklı ırk, dil, din, renk, yaş, cinsiyet gibi ayrımları gözetmediğini hatırlarsak, tutuklu ve hükümlülerin sağlık ve yaşam hakkının önüne geçirilecek her türlü ayrım, Anayasa’nın 10. Maddesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. Maddesine açıkça aykırılık teşkil edecek ve en temel hak olan yaşam hakkı ihlallerinin gerçekleşmesine sebep olacaktır. Çünkü söz konusu olan insan hayatıdır.
Hukuki eşitlik ilkesi, toplum vicdanı, hükümlülerin ve tutukluların hakları ve bunların aileleri göz önüne alındığında, birçok insanımızın her an cezaevinden alacağı olası kötü haberleri engellemenin yolu mümkündür. Bu sürecin, sağduyu ve yaşam hakkı anlayışı içinde, siyasi kutuplaşmanın olmadığı, partiler üstü bir anlayış ve ortak mutabakat ile hep birlikte ele almaktan geçtiğini görmemiz gerekmektedir.
Bizler, mesleğimizin bize verdiği bir görev olarak herkesin kanun önünde eşit olduğu, bağımsız ve tarafsız bir yargının olduğu, adil yargılanma ve savunma hakkının teminat altında olduğu, en temel hak olan yaşam hakkının korunduğu bir demokrasinin oluşması için çalışmaya devam edeceğimizi bir kez daha vurguluyoruz.
Bu vesileyle tüm meslektaşlarımızın 5 Nisan Avukatlar Günü’nü kutluyorum.
Av. Ergün CANAN
Hakkâri Barosu Başkanı